Bunu ya kendi çıkarları ve kişisel beklentileri karşılamak, tatmin olmak için ister ya da sadece ülkesinin bulunduğu durumda kendisini ülkesine borçlu hissettiğinden “üstüne düşeni yapma”, “görevini yerine getirme” dürtüsünden ötürü bir şeyler yapmaya çalışır.
Bu iki tip insandan birincisine Tip 1 ikincisine de Tip 2 diyecek olursak;
Tip 2’de şahsi çıkar, makam ve menfaatin yeri yoktur.
Çünkü bu tarz beklentileri, düşünceleri ile çelişkili bulur.
Kalben yapmak istediklerinden ziyade mantıken yapılması gerekenler daha önceliklidir.
Yani mesele “yapmak istemek” değil, “yapılması gereken”dir O’nun için.
Çünkü ülke yangın yeridir.
Ve Mustafa Kemal’in tabiri ile “içinde bulunan şartlara rağmen nazariyatla, münakaşayla” yeterince vakit geçirilmiştir. Geçirilmeye de devam etmektedir.
İlk başta “Ne yapmaya çalışıyor bunlar?” sorusu oluşur Tip 2’de, Tip 1’lere yönelik.
Çünkü “Biz paradigması” ile yoğrulan insan, kitleselleş(e)meyen bireysel hamlelerin hiçbir anlam ifade etmeyeceğini -şahit olarak- defalarca görmüştür.
Enerjinin örgütlenmede kutsal olduğunu, kaybolan enerjinin geri dönüşünün zor olduğunu bilir. Bir kişinin enerjisinin herkesi olumlu etkileyebileceği gibi, olumsuz etkileyebileceğini de bilir.
Biraz da olayın bilimsel yönünü araştırmışsa, “olumsuz enerji”nin olumlu enerjiye nazaran çok daha kolay yayılacağını bilir.
Öğrendikçe ihanet gibi gelir Tip 2ye; Tip 1’in yaklaşımı.
“Nasıl yapar?” sorusunun yerini, “Neden yapar?” sorusu almaya başlar belli bir süreden sonra.
Şaşkınlığın yerini öfke alır. Pervasızlıkla harmanlanan bencillik, Tip 2’lere “Yok artık!” dedirtir.
Tip 1’in amacı doğrultusunda yürürken “sıvazlanması”, içinde bir noktada bulunan zehrin tüm düşüncelerine yayılmasına yol açar.
Ego büyür, hırstan beslenir.
Kompleksler devreye girer.
“Diyalektik” düşünce, kişiliğe tehdit gibi algılanmaya başlanır.
Etrafta “bilen” kişi istemez. “Denetleme mekanizmaları”nı yel değirmenleri olarak görür, öyle bir Don Kişot’luğa soyunur ki, Cervantes bile şaşırır.
Tip 2 içinse kişilerin savunduğu değerlere katkı sağlayıp sağlamadığı esas olandır.
Eğer katkı sağlıyorsa mücadelede olmalıdır.
Kendi bireysel hissiyatları uğruna “katkı” verecek birisini kaybetmek, dava için de kan kaybıdır Tip 2’ye göre.
Ve de öyle bir kayıp yaratma haddini ve hakkını kendinde görmez Tip 2.
Tip 1, mevcut anlayışıyla kendi “dikensiz gül bahçesi”ni yaratmaya koyulur.
Kafası rahatlar. Kafasının rahatlığı, davasına katkı sağlayacak insanların önüne engel çıkarma ihtimaline göre ağır basar.
Belki de terazisi bile yoktur. İsteklerini sadece tek taraflı kantar tartar.
Ve harcanır emek, çalınansa vatandandır çoğu zaman.
***
Tip 1’e en büyük örnek, ülkenin başındadır. Fakat o tipten belki de en çok, onun karşı cephesinde vardır.
Bugün Türkiye’de birçok örgüt, sendika hatta parti bu durumdaysa, sebebinde Tip 1 yaklaşımın payı çok fazla.
Ve bir ilave daha:
İlgi, çağımızın hastalığıdır. En ufak bir zafiyette, Tip 2’den Tip 1 de yaratır, hem de çok kısa sürede. Çokça yaratmıştır geçmişte. Yaratmaktadır hala bu-günümüzde.
Sakınmakta fayda vardır.
***
Bu bir yüzleşme yazısıdır.
Bu bir zihniyet kavgasıdır.
Yani; üretenle üreteni tüketmeye çalışanın kavgası.
Ve artık, karar verme aşamasıdır.
Çünkü Milletin kaderini, yine milletin azim ve kararlılığı kadar, milletin bireysel çıkarlarını törpüleyebilme azmi belirleyecektir.
Ya bu ülke geçmişinden ve bugününden ders alıp, yarını kurtaracaktır.
Ya da geçmişini bile arayacaktır.
Bu yüzleşme, “Milli” tüm unsurların ortak bir “irade” gösterme isteğinin olmazsa olmaz ilk şartıdır.
Çünkü O sözler hala geçerliliği korumakta, tarih tarafından da önümüze -ders alalım diye- dayatılmakta:
Eğer bu millet, bu memleket parçalanacak olursa, genel şerefsizliğin altında şunun bunun şerefi de parça parça olur! Biz o genel şerefi kurtarabilmek için, harekete geçen millete ruhumuzla katıldık. Katılmamıza engel olabilecek şahsi rütbeleri, mevkileri de genel şerefi kurtarmaya yönelik bir gaye uğruna feda ettik. Bunu anlamayıp da milleti kendi kafalarına göre idare etmeye kalkışan kuvvetler, artık bir beladır. Bela çekmeye de artık milletin tahammülü kalmamıştır”
Mustafa Kemal Atatürk / 1919
Çağdaş BAYRAKTAR
21 Aralık 2013
Yorum Gönder